13 Ağustos 2015 Perşembe

Moskova'da bir meydana aşık olmak...

.....garda genç bir kadın beni karşıladı
beli karınca belinden ince
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
o yıl erken gelmişti bahar
o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
        ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
        sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
ama yine de ansızın yitirdim seni....
N. Hikmet

Bir vardı bir yoktu... Pembe bulutların, şekerden yapılmış gibi görülen masal saraylarının üzerinde şarkılar söylediği bir şehirdeyim. Belki romantik olarak tanımlamaz Moskova'yı kitaplardan okuyanlar ama o sert siyasi örtüsünün altından gülümseyen bir masum rüya gibiydi şehir..
Havaalanında (Sheremetyevo) indikten sonra 851 numaralı otobüsler ile (50 ruble) Rechnoy vokzal (Речной вокзал) metro istasyonuna ulaştık. Oradan da metroyla otele... Otelimiz Tverskaya bölgesinde bulunan Marco Polo Presnja idi. Çok temiz ve güzel bir oteldi. Tavsiye edebilirim. İlk gezi durağımız Kızıl Meydan... Kızıl meydana yürürken ünlü Bolşoy tiyatrosunu görüyoruz.
Kızıl Meydan'a Diriliş kapısından (воскресенские ворота) giriliyor. Kapının önünde yeşil bir minik şapel var. İberian Şapel, minyatür bir kilise... 
Kapının hemen sağında Devlet Tarih Müzesi (Исторический музей) ve solunda ise Eski Belediye binası (Музей Отечественной войны 1812 г.) bulunuyor. Devlet Tarih müzesinin önünde Mareşal Jukov'un atlı heykeli var.
İberian Şapel'in önünde diğer şehirlerin Moskova'ya olan uzaklığının ölçüldüğü sıfır noktası bulunuyor. İnsanların bu yuvarlağın ortasında durup neden para attıklarını anlayamadım açıkçası. Para atılan çok su gördüm. Özellikle bu turistik efsanelerin merkezi İtalya'da. Bu kadar aleni olarak atılan paraların toplandığı başka bir yer daha görmedim... 
vee Kızıl Meydan (Красная площадь).... Nasıl anlatılır bilmem. Gördüğüm en güzel meydan desem de yeterli olmuyor sanki...

Meydana girdiğinizde solunuzda Kazan Katedrali (Казанский собор) bulunuyor.
Bu kilisenin hemen karşısında içine, dışına bayıldığım GUM  (ГУМ) alış veriş merkezi var. Canlı çiçeklerle, rengarenk banklarla, bisikletlerle süslü çok güzel bir yer...

Gece aydınlatması da güzeldi gerçekten...
İşte şekerden bir kilise daha.. Aziz Vasili Katedrali (Покровский собор, Храм Василия Блаженного).. Saint Petersburg'daki Dökülen Kan Kilisesi'ne göre daha gösterişsiz ama rengarenk soğan kubbeleriyle Kızıl Meydan'a harikalar diyarı izlenimi veriyor.
Hikayeye göre Napolyon çok beğendiği bu Katedrali ucundan tutup Paris'e götürmek istemiş. Evet evet eğimden faydalanıp biz de bu garip fotolardan çektik:) ve çok eğlendik..
Meydanda Lenin'in anıt mezarı bulunuyor. Kristal bir tabut içinde Lenin'i görmek mümkün.

GUM alışveriş merkezi ile Kazan Katedrali arasındaki sokaktan yukarı doğru çıkıyoruz. Çok güzel bir sokak burası.. Zamanı unutarak, müzisyenleri durup dinleyerek, banklarda dinlenerek, dolaşıyoruz.

2. günümüzde Novodevici manastırına gidiyoruz. Metro ile kırmızı hat üzerindeki Sportivnaya (Спорти́вная) durağında inip, yürüyoruz.


Buraya kadar gelmemizin nedeni Nazım Hikmet için yapılmış olan mezarı ziyaret etmek... İlk olarak manastır kompleksinin içine gireceksiniz muhtemelen. Burada da mezarlar var. Yalnız aradığımız mezarlık için manastır kompleksinden çıkıp yan yoldan devam ederek içeri girmelisiniz. Nazım'ın mezarı 8. bölümde...

Sonra metro ile duraklarda ine bine -ki inanılmaz eğlenceliydi- Izmailovo Kremlini'ne (Unknown Second Kremlin of Moscow) ulaşıyoruz (Lacivert hat, Partizanskaya (Партизанская) durağı). Burası çok bakımsız bir kale ama hemen buranın yanındaki Vernisaj hediyelik eşya pazarından merkeze kıyasla çok daha uygun fiyata alış veriş yapabilirsiniz.
Sonra yine metro (Turuncu hat, ВДНХ durağı)  ile Moskova Sergi ve Fuar merkezine (VDNKh) gidiyoruz. Uzay fatihleri anıtı ve Ulusların dostluğu çeşmesi burada bulunuyor.


3. günümüzü Kremlin Saray'ına ayırıyoruz. Komplekse giriş 650 ruble. Biletleri keosklardan alın. Boşa sıra beklemeyin:) İnsanların neden sıra beklediğini pek çözemedik açıkçası... Bu arada kale Perşembe günü kapalı:)) Kremlin saray kompleksinin çevresi kırmızı kırmızı kulelerle çevrili...

Komplekse girip biraz ilerlediğinizde dünyanın en büyük topu olan "Çar topu" sonradan yapılmış bir arabanın üzerinde duruyor. Hiç kullanılmamış olması enteresan geldi bana.
Katedral Meydanı'na (Sobornaya square) iniyoruz. Karşımıza Meryem'in Göğe Yükselişi (Cathedral of Dormition) kilisesini alıp, bu kiliseyi çizmeye çalışan anne oğula hayranlıkla bakıyoruz.

Çok katlı gibi görünen ancak tek katlı, kireç taşından yapılmış Faceted palace..
Hz. Meryem'e Müjde Katedrali (Cathedral of Annunciation)...
Büyük İvan Çan Kulesi'nin (İvan the bell tower) hemen önünde 40 tonluk çar çanı bulunuyor. Bu dev çanı yapmışlar, sonra çan yangında düşmüş, kırılmış, çalamamışlar.. Yazık.. Çanın yalnız fotosunu çekmek mümkün değil. İnsanlar sarılıyor, öpüyor. Pek anlamlandıramadan uzaktan bakıp devam ediyoruz..

Baş Melek Mikail Kilisesi (Cathedral of Archangel Micheal) ve Kremlin Sarayı (Great Kremlin Palace)...

Kremlin gezimizi bitirip, Arbat sokağına gidiyoruz. (Mavi hat, Arbatskaya (Арбатская) durağı). Eski arbat sevimli bir sokak, Yeni arbat daha yeni ve modern.
Metroya binip Polyanka durağında iniyoruz (Gri hat, Полянка). Devasa "Büyük Petro" heykelini görüyoruz. Hikayeye göre "bu heykelin yeri Saint Petersburg'dur" diye diretmişler ama o kadar çirkin bulunmuş ki Moskova'da kalmış.
Kurtarıcı İsa Kilisesi karşı kıyıdan altın altın gülümsüyor bize. Ön tarafı elektrik tellerinin hakimiyeti altında. En güzel buradan görülebiliyor.
Church of the Iberian İcon of the Mother of God kilisesi ve ve çanı oldukça ilginç... Çanı çalan müzisyen arkadaş-ki papaz olduğundan şüpheliyim-tam 30 dk boyunca enteresan ezgiler denedi:) Hiç bu kadar uzun süre ve böyle çalınan bir çan görmemiştim:)
Bir Yeliseyev de Moskova'da var ama Saint Petersburg'a göre oldukça sönük:)
Park of Art bir açık hava heykel müzesi Moskova ile ilgili gezi yazılarında çok da bahsedilmeyen bir yer aslında. İlk olarak savaştan geriye kalan heykeller bu parka konulmuş, daha sonra modern heykeller de parka yerleştirilmiş. Kesinlikle görülmeye değer..

                         

Gorki park Moskova'nın en büyük parklarından biri. Şehrin ortasında nefes alacak yer bırakıyorlar tabi... İçinde yapay bir kumsal var.
Puşkin heykeli kaldığımız otele çok yakındı. Hava saat 22:30 civarında bu renkte:) Bir göz kırpıp Moskova gezimizi bitiriyoruz..
Olumsuz olarak aklımda kalan tek şey, karşıdan karşıya sadece alt geçitler kullanarak geçmek zorunda kalmamızdı. Bir süre sonra in çık, in çık yoruyor gerçekten.. Bir iki cümle de Moskova metro ağı için söylemeliyim. Gezi yazılarını okuduğumda gözüm korkmuştu biraz. "Çok zor. Çıkışı bile bulamadık" diyenler vardı. Hiç korkmayın kullanışlı ve kolay bir metro ağı var. Metronun Latince ve Kiril karşılıklarının birlikte bulunduğu bir harita alırsanız, takıldığınız zaman görevlilere rahatlıkla sorabilirsiniz. Bir buçuk dakikada bir metro geldiğine inanamadık. Her yere metroyla gittik. 11 binişlik kartlar aldık. Hem metro istasyonlarını gezmiş, hem de ulaşım sırasında yorulmamış olduk..
Bir gün tekrar görmek istediğimiz yerler defterinde bir satır ayırdık Moskova'ya, özellikle de Kızıl Meydan'a... 

4 Ağustos 2015 Salı

Diriliş, Tess Gerritsen

Uzun zaman beklenmiş ve keyifle okunmaya başlanmış bir Rizzoli&Isles macerası. Bir safari turundayız bu defa. Kahramanımız Millie, sevgilisi Richard'ın zorlamasıyla onunla birlikte Afrika'ya gitmeye razı olur. Güzel başlayan bu gezi Millie'nin hem kendi kişiliğini, hem de sevgilisini sorguladığı bir drama dönüşür. Dram dediysem biraz kanlı tabi:) Burada yakışıklı rehber Johnny Posthumus'un etkisi de olabilir biraz... Olaylar heyecanla birbirine girerken, Millie tek başına ormana doğru koşar ve kurtulma mücadelesine başlar. Bu bölümleri soluksuz okuyacaksınız.
 
Gelelim Rizzoli ve Isles ikilisine. Ölen hayvanların doldurulması ile ünlü Leon Gott adı verilen bir tahnitçi -ki bu kelimeyi ilk defa duydum- ayakları iple bağlanmış ve tavandan aşağı asılmış şekilde garajında ölü bulunur. Özellikle evdeki hayvanların cesedi yemesi için yere temas edecek şekilde bağlanmış ve organları çıkarılmıştır. Sonra başka cesetler de ortaya çıkar. Serinin diğer kitaplarında zor görülen bağlantıları çoğunlukla Rizzoli ortaya çıkarırken bu defa Maura sazı eline almış gibi görünüyor...
 
 
Ve sooon.. Aklınıza bir son gelecek. Benim de geldi tabi:) Hatta okurken "tamam ya bu defa önceden anladım, süper" diye kendimi kandırmışım. Gerçekten Tess Gerritsen şaşırtmayı biliyor. "Bir sonraki kitap hemen çıksın noluuur" iç çığlığı ile kitap yine son buluyor.
 
Seri ile ilgili en büyük sıkıntı romanlar arasındaki uzun zaman nedeniyle biraz unutuyor olmak sanırım... Tess Gerritsen'in bağımsız romanlarını daha çok sever oldum. Diğer kitaplara kıyasla biraz yavaş buldum kitabı ama yine de keyifle tavsiye ediyorum:)

Yazar: Tess Gerritsen
Çeviri: Cumhur Mısırlıoğlu
Yayınevi: Martı Yayınları

DR: 16,06 TL
İdefix: 16,06 TL
İlkNokta: 16,5 TL