26 Temmuz 2014 Cumartesi

biraz mor..

 
Tatil başlasın:) Çok uzun ve yorucu bir dönemin ardından kendime vakit ayırma zamanı geldi.. Herkese iyi tatiller.. 
 

24 Temmuz 2014 Perşembe

Leyla'nın evi, Zülfü Livaneli

Geçmişinin sayfaları arasına sıkışmış, yalnız bir asilzade Leyla... Boğazın kokusuna, martılara, ağaçlara hayran, martıların geçmişte orada yaşamış insanların ruhları olduğuna inanabilen bir kadın. Bir sabah duvarlarının her karesinde anıları olan evinden zorla atılır Leyla. İki günü kapının önünde bir bavulun üstünde geçirir ve sonra dayanamayarak bekçinin oğlu Yusuf'un evine gitmeye razı olur.
 
İstanbul sadece bahçesindeki dev manolya ağacının gölgesiyken, ara sokaklar, ağız dolusu küfürler, korna sesleri, ekşimiş kokularla sarılmış Cihangir'deki eve yerleşir çaresiz.
 
Evde Rukiye, sahne adıyla Roxy, ile taşıyoruz Almanya'da sıkıntılar içinde büyütülmüş bir deli Rukiye. Aslında deliliğin arkasına sığınıp  hayata dayanabileceğini düşünen bir genç kız. Evinden ailesinden kaçıp İstanbul'a gelen Roxy, İstanbul'un da "evi" olmadığını acı bir şekilde fark ediyor. Öfkeli bir kız.
 

Hiç bir eve ait olamayan Roxy, bir röportaj sırasında Yusuf ile tanışır ve iyiliği sorgulamaya başlar. Aynı evde yaşamaya başlayan Leyla, Yusuf, Roxy ve Other animals arasında zamanla oluşan bağ hepsinin hayatını değiştirir. Kitaba zamanla girip çıkan etkileyici yan karakterleri de unutmamak lazım. Özellikle, Ali Yekta Bey hikayenin gidişini büyük ölçüde etkiliyor.
 
Evimi kaplumbağa misali sırtımda taşımak istiyorum bazen. Kokusunu, anılarını, ışığını seviyorum. Bir ev hikayesi Leyla'nın evi. Ev konusunun altında bir aidiyet meselesi aslında. Geçmişini sürekli sırtında taşıyan, onu anmadığı her anı ihanet sayan bir kadın Leyla. Zaman zaman komik, çoğu zaman keşfetme arzusu ile soluksuz okuyacağınız sıcacık bir roman Leyla'nın evi. Keyifle tavsiye ediyorum.
 
Yazar: Zülfü Livaneli
Yayınevi: Doğan kitap
 
DR: 15,75 TL
İlkNokta: 16,80 TL
İdefix: 15,75 TL

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Kan Gölü, Tess Gerritsen

Her yer bembeyaz.. Karlar tüm göl yüzeyini ve kasabayı kaplamış. Bu bembeyaz örtü, kötülükleri örtmek yerine "52 yıl" sonra yeniden yüzeye çıkarıyor.
 
Claire, babasını kaybedince kendinden iyice uzaklaşan oğlu Noah ile arasındaki bağı güçlendirmek ve yeniden huzurlu olabilmek için sessiz sakin bu buz gibi kasabaya yerleşiyor. Noah ise çok mutsuz ve kızgın, onu bu ölü kasabaya bağlayan hiçbir şey yok.
 
Kış yaklaştıkça kasaba kaynamaya başlıyor. Kasabanın gençlerinde bir tuhaflık ortaya çıkıyor ve olaylar bir gün bir çocuğun Biyoloji dersinde sinir krizi geçirip öğretmenini öldürmesiyle bambaşka bir boyuta ulaşıyor.
 
Uyuşturucu yok, ilaç yok.. Çocuğun davranış değişikliğini açıklayan hiç bir şey yok. Kasaba daha bu olayın şokunu atlatamadan, annesini ve kız kardeşini bıçaklayan bir çocuk, ortaya aniden çıkan toplu bir mezar..
 
Claire'in tüm bu şiddet eylemlerinin merkezinde gölün olduğunu düşünmesiyle başlayan nefes kesici olaylar. Tüm bu olayların ortasında mutsuz, yalnız bir adam, uzun zaman sonra kapıyı tekrar çalan aşk..
 
Tess Gerritsen'in tıbbi gerilim konusunda yazdığı bence en güzel romanlardan biri. Son sayfaya kadar soluksuz okuyacağınız, bu sıcak yaz aylarında kanınızı donduracak bir roman. Şiddetle tavsiye ediyorum.
 
Yazar: Tess Gerritsen
Yayınevi: Martı Yayınları
 
DR: 18 TL
İlkNokta: 15,20 TL
İdefix: 13,68 TL

13 Temmuz 2014 Pazar

Floransa'da kaybolmaca...

Floransa, Arno nehrinin etrafına kurulmuş büyüleyici bir şehir. Roma'nın gürültülü kalabalığından kurtulup hızlı trenle kendimizi Floransa'ya atıyoruz. Hızlı tren için Trenitalia sitesini erkenden takip etmeye başlarsanız oldukça indirimli bir fiyata bilet bulabilirsiniz..

Santa Novella tren istasyonunda iner inmez kalacağımız Albergo Bencidormi'ye doğru yürüyoruz. Çok temiz bir otel. Sahibi Roberto  olduça yardımsever ve güleryüzlü gerçekten.

Tarihi meydana doğru yürüyoruz. Yol üzerinde Loggia del Mercato Nuovo var. Bu pazar çok sevimli. Kurumuş mantarlar, zeytinyağları, hediyelik eşyalar bulabilirsiniz. Görmeye değer... Pazarın hemen çıkışında The Fountain of Piglet (Piglet Çeşmesi) var. İnanışa göre bu domuzcuğun burnuna dokunup dilek diliyorsunuz, bir de para atıyorsunuz suya. Floransa'ya geri dönüyorsunuz diyenler de var, dilediğiniz gerçekleşir diyenler de. Yalnız İtalyan'lar bu suya para atma olayını biraz abartmış sanki..


Gezi rotamızda sırada Cattedrale di Santa Maria del Fiore (Floransa Katedrali) var. Duomo meydanında bulunan Katedralin dış kısmı beyaz ve yeşil mermerden yapılmış ve oldukça görkemli.


Dışı böyleyse içi nasıldır diye düşünerek giriyoruz. İçi ise dışına göre oldukça sade.. Tavandaki resimler yine muhteşem..

Floransa'yı tepeden görmek için 414 basamağı olan Campanile di Giotto'ya tırmanıyoruz. Giotto çan kulesi, Floransa Katedrali'nin bir parçası.


Tırmanış oldukça zorlu geçiyor ama manzara gerçekten muhteşem.


Katedralin bulunduğu meydanda sekizgen şekliyle Battistero di San Giovanni yani vaftizhane bulunuyor. Bu yapının dışı da katedral gibi renkli mermerlerle yapılmış.


Sonraki durağımız olan Piazza della Signoria Floransa'nın en önemli meydanlarından biri. Bu meydan Michelangelo'nun "Davut" heykeli ile ünlü. Heykel Vecchio Sarayı'nın önünde bulunuyor. Önceden İtalya'nın ünlü ailelerinden biri olan Medici'lere ev sahipliği yapan bu saray, şimdilerde Belediye binası olarak kullanıyor. Yalnız bu Davut heykeli replika. Heykelin orijinalini Accademia di Belle Arti di Firenze'de görebilirsiniz.


Sonraki durağımız insanların sadece burayı görmek için bile Floransa'ya geldikleri Uffizi galerisi. Bizi kötü bir sürpriz bekliyor. Günlerden pazartesi ve galeri kapalı.. Kapısını görmekle yetindik çaresiz..


Uzun yolların sonunda karnımız acıkıyor. Little David adlı bu sevimli restoranda karar kılıyoruz. Sevgilim Risotto, ben Lazanya yiyorum. İkisi de güzel. Özellikle yemek öncesinde aldığımız Bruschettalar çok lezzetliydi.


Florasa'nın en görülmeye değer yapılarından biri de Ponte Vecchio (Eski köprü). Bu köprünün içinde bulunan kuyumcu dükkanların kepenkleri sandık şeklinde.. 



Vechio köprüsünden geçerek yürümeye devam ediyoruz.  Bu taksimsi şeye bayıldım:)


ve Floransa'nın ara sokaklarında dolaşıyoruz. Fotoğrafların içinde kayboluyoruz. Elimizdeki gezilecek yerler listesi hızla tükeniyor. Dönüp dolaşıp Duomo meydanında gezimizi btiriyoruz.


7 Temmuz 2014 Pazartesi

Rica etsem saçımı okşar mısınız?, Mustafa Mutlu

Bir sabah uyandığınızda tek isteğiniz birinin saçlarınızı okşaması olursa ne yaparsınız? ve ne yazık ki çevrenizdeki kalabalık içinde bunu isteyebileceğiniz kimseniz yoksa?

"Rica etsem saçımı okşar mısınız?" kitaptaki en etkileyici öyküydü. Kısa öykü okumayı çok sevmezdim açıkçası.. Belki biraz Murathan Mungan hariç.. Taa ki Mustafa Mutlu'nun bu kitabı ile karşılaşana kadar..

Yalnızlığı, hayatın içinde verdiğimiz kararların, yaptığımız hataların bizi nerelere sürükleyeceğini akıcı bir dille anlatıyor yazar. Kendinizi bir romanın içindeymiş gibi hissedeceğiniz bir öykü kitabı bu.. Okuduğunuz her öykünün sonunda sizi bir sürpriz karşılıyor olacak..

Kitap arkasındaki yazı kitap hakkında çok az ipucu veriyor aslında:
Her "cambaz" dediğinde babası itiraz eder, "Cambaz değil, canbaz" diye düzeltirdi. "Canıyla oynayan manasında... İp canbazına ise rismanbaz denir." İp, durmadan kayıyordu ayaklarının altından... İlerlemek de zordu, dönmek de... Tam ortasındaydı halatın. İlerlemekten, ipin sonuna ulaşmaktan çoktan vazgeçmişti de...  Keşke orada kalabilseydi en azından. Elindeki denge çubuğu, değerleriydi bir bakıma...  Hayat ise ipin kendisiydi, sallanıp duran. Kendisi gibi, tüm dikkatini ellerine tutuşturulan "denge çubuğuna" verenler ise düşmeye mahkûmdu...

Özellikle yaz sıcağında, kasvetli, ağır kitaplar okumak istemeyenlere keyifle tavsiye ediyorum.
 
Yazar: Mustafa Mutlu
Yayınevi: Doğan Kitap
DR: 9,75 TL
İlkNokta: 10,40 TL
İdefix: 9,75 TL