27 Ekim 2014 Pazartesi

Kara Sohbet, Amêlie Nothomb

Kitap sandığıma düşen ilginç kitaplardan biri daha... Fransız yazar Amêlie Nothomb tarafından 2004 yılında yazılan; Kara Sohbet... Kahramanımız Jerome Angust, Barcelona'ya gitmek üzere havaalanına gidiyor ve uçağının rötar yaptığını öğreniyor. Bekleme salonunda bir koltuğa oturuyor ve kitabını açarak uçağını beklemeye başlıyor. Kitap okuduğu sırada yanına gelen bir yabancının hayatını değiştireceğinden haberi yok tabi. Hollandalı Textor Texel hayatını anlatmaya başlıyor. Garip bir adam. Dua ederek küçük bir çocuğu öldürdüğünü, kedi maması yediğini, aşka tecavüzünü, cinayetlerini ve saplantılarını anlatıyor. Durmadan konuşuyor. Beni en çok etkileyen kısım ise en korunmasız olan duyunun işitme duyusu olduğunu anlattığı kısımdı.
 
Gerçekten ilginç bir sonla biten 110 sayfalık bir kara mizah.. Ben finale gelmeden sonunu tahmin ettim ama bu beni hayal kırıklığına uğratmadı. Yaratıcılığından dolayı yazara hayranlık duydum sadece. 2005 yılında aynı isimle tiyatro oyunu haline gelmiş ve oyunda Textor Texel'e Emre Kınay hayat vermiş. Okumaya değer, keyifle tavsiye ediyorum.
 
Yazar: Amêlie Nothomb
Çeviri: Sinem Yenel
Yayınevi: Can Yayınları
 
DR: 6,30 TL
İdefix: 6,75 TL
İlkNokta: 6,75 TL

23 Ekim 2014 Perşembe

biraz melankolik...

Yazdıklarımı paylaşma cesaretini bulmakta zorlanıyorum zaman zaman... Ben yazdım ama benim yaşadıklarım değil çoğu... Sanırım beni korkutan o... Huzurlu bir aşkın ortasındayım ve karanlıktan besleniyor içimdeki, bitmesine az kalmış minik kurşun kalem... Zamanın bana yeni cümleler bağışlamasını dileyerek, paylaşıyorum..

ismimi bırak köşede
yokluğunda bana kalan fiilleri say
özlemeyi, beklemeyi, istemeyi
ve bir türlü duyulmayan sesleri..

tırnaklarımın kenarlarındaki etler
büyüyüp koca bir sen oluyor midemde
ne zaman sarışın bir güne merhaba dese
çiçekli elbisesiyle minik bir kelebek
uçuşup duruyor perdeler...
sonra,
kırılmış bir kadehin kenarında sallanıyor kalbim
kırmızı bir ışık olup lekeliyor dudaklarının kenarını
bana da bulaşsın
sarsın gözlerinin açtığı yaraları istiyorum
soluğum kesiliyor
ve ben bu gece de
sen kaybından ölüyorum..

6 Ekim 2014 Pazartesi

AZ, Hakan Günday

 
Şans meleğim Remma hocamın önerisiyle okuduğum AZ, son yıllarda karşıma çıkan en ilginç kitaptı. Hakan Günday tarafından yazılan bu kitapta iki karakterimiz var. Kadın olan Derdâ ve erkek olan Derda. Birbiri içine girmiş iki farklı hayat anlatılıyor kitapta.

Önce Derdâ'nın hayatına konuk oluyoruz. Daha küçücük yaşında annesi tarafından satılan Derdâ, evlendiği adam tarafından Londra'ya götürülür. Burada 5 yıl boyunca bir evde adeta hapis tutulur. Şiddetin her türlüsüne maruz kalan Derdâ ise kurtuluşu Steven'da bulur. Anlatması zor bir hikaye, okuması biraz daha zor. İçerdiği öğeler içinizde bir yerlerde bunlara maruz kalan küçücük kızlar var mıdır? diye sorgulamanıza neden olacak. Derdâ bir gün eline geçen fırsatı değerlendirir ve kaçar. Beni en çok etkileyen bölümlerden biri çarşafını çıkarıp saçlarını açtığında, herkes ona bakıyor gibi hissettiği için saçlarını kazıtması oldu. Olaylar biraz sado-mazoşist biçimde süre gelirken, uyuşturucu tedavisi nedeniyle yattığı klinikte karşılaştığı Anne, Derdâ'nın kurtuluşu oluyor.

Erkek olan Derda'nın ise annesi kanser hastası, babası hapiste... Mezarlıkları sulayarak para kazanıyor. Annesi kanserden ölünce yurda verilmekten korkan Derda'nın bulduğu çözüm kanınızı donduracak. Derda okuma yazma bilmiyor. Hiç okula gitmemiş. Günün birinde okuma öğrenme şansı buluyor ve Oğuz Atay ile tanışıyor. İşte mükemmel kurgu burada devreye giriyor.
 
Bu kitapla ilgili bir şeyler anlatmak zor. İnanılmaz akıcı, bazen hikayelerin içinizi üşüttüğünü hissedeceksiniz ama elinizden bırakmak mümkün olmayacak. Sizi sarıp sarmalayacak bu hikayenin detaylarını arttırıp kitabın sonunun heyecanını kaçırmak istemiyorum. Bu arada kitabın şahane ilk bölümünü DR'de kitaba göz gezdire tıklayarak okuma şansınız da var.

Kitabın ismi neden AZ sorusunun cevabı çok beğendiğim arka kapak yazısında gizli;

"Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z.
Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var.
O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.
Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar.
Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler."

Cesaretle tavsiye diyorum...

Yazar: Hakan Günday
Yayın evi: Doğan Kitap

DR: 18,75 TL
İlkNokta: 18,75 TL
İdefix: 18,75TL

2 Ekim 2014 Perşembe

Kahramanı şair olan şehir, Bratislava

Sonbahar rüzgarının bizi savurduğu şehirlerden biri de Bratislava... Slovakya'nın başkenti olan Bratislava'ya yaklaşık 40 dk. süren bir yolculukla Viyana'dan otobüsle geçtik (8 Euro).  Elimizde harita şehir merkezini ararken karşımıza Július Satinský'e ait bu heykel çıktı. Julius amca aktör, komedyen ve yazarmış.
    Bratislava küçücük ve yorgun bir şehir. Viyana'nın ardından oldukça soluk göründü gözüme. 
Eski şehir meydanına doğru yürürken hediyelik eşyalar ve Bratislava'ya özgü şeyler satan çiçekler içinde bu açık pazara rastlıyoruz...
Bratislava bronz heykelleri ile ünlü. Bu heykellerden biri Napolyon'un bir bankın sırtına dayadığı kollarıyla halkın arasına karıştığını gösteren heykel, 1805 yılında gerçekleşen istilayı hatırlatmak için yapılmış...


Napolyon heykelinin bulunduğu bu meydan, Stare mesto yani Eski Şehir Meydanı. Etrafı Barok karakterdeki binalarla çevrili ufak sevimli bir meydan burası. Meydanda bulunan bu kırmızı otobüsümsü şeylere binerek şehir turu atabilirsiniz.
 

Múzeum Mesta Bratislavy yani Bratislava müzesi ve Neoklasik mimarisi ile dikkat çeken Primaciálny Palác eski şehir meydanında bulunan dikkat çekici yapılar...


            Meydandan ara sokaklarına karıştıkça şehrin, küçük küçük detaylarla mutlu oluyoruz..






                                    Bu dükkanın tahtadan pencerelerine bayıldım gerçekten...

                        

Bratislava'nın önemli heykellerinden biri de Schöner Naci (Ignâc Lamâr).. Rivayete göre Naci bir kız istemiş, kızı ona vermemişler, sen delisin demişler.. O da her zaman giydiği smokiniyle insanları selamlayan bir deli haline gelmiş..

                           

Naci heykeline yakın rögar kapağından başını uzatıp çıkan Cumil heykeli (Man at work) çok sevimli bir heykel.. Eski şehrin yeniden inşaasını simgeleyen bu heykel turistlerin uğrak noktası.



Bratislava'da çok sayıda kilise var haliyle. Bunlardan biri yağan yağmurla birlikte buğulu bir camın arkasında gibi duran The Capuchin Church and Monastery...



                                The Clarissine Church gotik kulesi ile kadrajımıza takılıyor...

                      
       
En beğendiğim kilise kesinlikle The Church of St. Elizabeth'di. Diğer adıyla Mavi Kilise. İçi dışı masmavi. Yerden gökyüzüne uzanan mavi bir bulut gibi..

                     

Eski şehir meydanından sonra en popüler meydan Hviezdoslavovo Námestie. Kahramanı şair olan bir şehir Bratislava. Şair Hviezdoslav elinde kalem ve defteriyle meydanın ortasında oturuyor.
 
  
 Meydanın girişinde Slovak Ulusal Tiyatro'sunu (Slovenskê Narodne Divadlo) görmek mümkün...



Bratislava'da en çok sevdiğim şey evlerin duvarlarında ve sokak kenarlarında aniden karşımıza çıkan heykeller oldu. Oraya öylesine yapılmış gibi duruyorlardı. Şehrin yorgun görüntüsüyle uyumu görülmeye değer gerçekten...



Küçük bir şehir Bratislava, yarım günlük bir gezi ile tüm şehri dolaşabilirsiniz. Gezi rotasına alınmaya değer...


Hasat, Tess Gerritsen

Tess Gerritsen'in 1996 yılında basılan ilk kitabı Hasat. Doğan kitap tarafından sonunda tekrar yayınlandı. Uzun zamandır heyecanla bekliyordum. Kesinlikle beklediğime değdi.
 
Kahramanımız Abby, cerrahi asistanlık programında öğrenim gören bir doktor. Abby, yorgun ama sevgilisi Mark ve gelecek hayalleriyle mutlu... Üstelik daha 2. yılında olmasına rağmen organ nakil grubundan teklif bile alıyor. Her şey mutlu mesut giderken, kalp nakli gereken küçük bir çocuk hayatına giriyor ve hayatı, kariyeri tepe taklak oluyor. Nakil listesinin ilk sırasında bulunan çocuk için alınan kalbi, zengin bir adamın karısına takmak istiyorlar. Abby ile arkadaşı Vivian Chao buna izin vermiyor ve  koşuşturmaca başlıyor. Konu, basit bir para oyunundan çok Rus mafyasının da dahil olduğu derinlikli bir olaylar zincirine dönüşüyor.  
 
ve hikayenin ortasında küçük bir çocuk, sol eli doğuştan olmayan Yakov.. Tüm bu olaylar zincirinin ortasında sadece annesinin yeşil gözlü olduğunu hatırlayan, hiç ağlamayan bu çocuk, hikayeye küçük bir pencere açıyor.
 
Birine güvenmek zor ama güveni kaybetmek çok kolay diye düşündüm kitabı okurken. Kitap inanılmaz akıcı ve heyecanlı.. Kitabın bitmesine 3 sayfa vardı ve hala olaylar heyecanını koruyordu düşünün.. Keyifle tavsiye diyorum. ve son cümlem kitaptaki en sevdiğim cümle olsun: Aşk öfke sözcükleriyle değil, susarak bitiyor...

Yazar: Tess Gerritsen
Çeviri: Sıla Okur
Yayın evi: Doğan Kitap

DR: 15 TL
İlkNokta: 16 TL
İdefix: 15 TL