24 Şubat 2015 Salı

Kinyas ve Kayra, Hakan Günday

Kinyas ve Kayra.. Hayatı parçalara ayırmaya çalışan, her bir parçayı kinle, nefretle ve şiddetle yutup, kendilerini de parçalamaya çalışan iki adam. Farklı dönüşüm aşamalarından geçip aynı yola birlikte çıkan iki arkadaş... Arkadaş deyince birbirine sevgi duyan iki kişi düşünmeyin, sevemez çünkü onlar... Sadece eşlik edebilirler ya da bağlanabilirler belki biraz. Şiddete ve nefrete... İlk bölümde beni en çok etkileyen yer uyuyamayan Kinyas'ın uyuyan bir katille uyuyan bir aziz arasında fark olmadığını anlattığı bölümdü. 

Çok yürüyorlar taa Afrika'ya, başladıkları noktanın en uzak olduğu yere kadar... Ancak arkalarına dönüp baktıklarında aslında o kadar da uzakta olmadıklarını anlıyorlar. İlk bölüm Kinyas ve Kayra'nın çoğunlukla Afrika'da geçen şiddet dolu hikayesi. Hayattan kurtulmanın tek yolu ölüm aslında, kendi deyimleri ile başka hiç bir şey yok... Afrika'yı anlatmak için yazılmış cümlelerse çok... sert...

İkinci bölümde Kayra yoluna yalnız devam ediyor. Bu bölümde aslında Kinyas ve Kayra'nın birbirinden ne kadar farklı karakterler olduğunu fark ediyoruz. Amaçları ve çıktıkları yollar aynı olsa da Kayra düşüncelerini, beynini öldürmeyi seçiyor. 17 yaşında kendisine aşık Afrikalı kıza bir hayat, kendisine de bir ölüm armağan ediyor..

Üçüncü bölümde Kinyas ailesinin yanına dönüyor. Hayatla ne yapacağını bilmeyen ve çözümü onu mahvetmekte bulan Kinyas, bu defa da diğer yolu deniyor; normal, mutlu ve yaşayan bir Tolga olmayı. İlk bölümde bir nefeste, göz göre göre hücrelerine doldurduğu ölüme inat... Bir iş, bir sevgili, eroin bağımlısı bir arkadaş ve onu bağımlılıktan kurtarırsa kendi nefret bağımlılığından da kurtulacağına inan 30 yaşında yeni doğmuş bir adamın hikayesi...

Çok uzun zamanda okudum kitabı. Sıkıcı olduğundan değil.. Karakterlerin aradıkları, bulamadıkları, çıkarımları, kararsızlıkları ve zamansızlıkları uzattı süreyi. Zaman kavramı olmayan  adamların hikayesini okumak zaman alıyor sanki biraz. Kayra'ya kıyasla kitap boyunca Kinyas'ı daha çok merak ettim ben. O yüzden Kinyas'ın hikayesini anlatan son bölüm oldukça etkileyiciydi. Artık saatler vardı en azından ve zamana inanan bir karakterin cümlelerini okudukça kitap gitgide normalleşti. Kinyas'ın hayatı, hepimizin hayatı gibi.. 

AZ romanı ile kıyasladığımda daha yoğun, daha ağır bir kitap olduğunu  söylemeliyim. İçinde altını çizeceğiniz çok cümle, tekrar okumak isteyeceğiniz çok bölüm olacak.. Son bölümlere doğru yapılmış bir bilimsel hata meslek hastalığıma kurban gitti. 34. baskıda hala düzeltilmemiş olması oldukça ilginç gerçekten:) Kitabı keyifle tavsiye ediyorum..

Yazar: Hakan Günday
Yayın evi: Doğan Kitap

DR: 26,25TL
İdefix: 26,25TL
İlkNokta: 26,25TL

8 Şubat 2015 Pazar

Çikolata, waffle, patates, bira ve Brüksel...

Eskilerden bir şehir Brüksel. Gezilecek nereler var bir araştırayım demediğim, gördüğüm her yeri ilk defa gördüğüm bir şehir. Geldikten sonra Brüksel ile ilgili olarak okuduğum yorumlar pek olumlu değildi. Ben de çok bayılmadım açıkçası. Özellikle insanlarının pek de yardım sever olduğu söylenemez. Brüksel'e Amsterdam'dan EuroLine otobüsleri ile (8 Euro) geçtik. Yol yaklaşık 3 saat sürdü. Hızlı trene göre oldukça ucuz. Yollar düzgün olduğu için tercih edilebilir. Otelimiz Max Otel'di. Resepsiyonu olmayan, check-in işlemini kendimiz gerçekleştirdiğimiz otel gerçekten çok temizdi. Tavsiye ediyorum.

Otele yerleştikten sonra eski şehrin ana meydanı konumundaki Grand Palace ya da Grote Markt'a doğru yürüyüşe geçiyoruz. Barok ve Gotik mimariye sahip binalarla çevrili Grand Palace, geniş bir meydan. 
Meydandaki en görkemli bina Town Hall yani Belediye Binası. Gotik mimarisiyle tüm bakışları üzerinde topluyor. 
Belediye binasının duvarındaki heykeller göz alıcıydı.

Belediye binasının hemen karşısında Brüksel şehir müzesi (Maison du roi) bulunuyor.
Manneken Pis, nam-ı diğer işeyen çocuk heykeli... Bu çocukla ilgili ilginç rivayetler var tabi. Hikayeye göre bir çocuk kaçırılıyor. Baba çocuğunu bu heykelin olduğu yerde buluyor ve bu heykeli hediye ediyor. Diğer bir rivayete göre ise şehrin bazı bölgelerine bombalı saldırılar yapılırken, çocuğun biri bir bombanın üzerine işiyor ve patlamadan kurtuluyorlar... İlginç tabi :)
Bunca hikayenin sonucu kocaman bir heykel bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Küçücük bir çocuk bu... Heykel yaklaşık 60 cm. Özel günlerde farklı giysiler giydiriyorlar. Kültürel ve oldukça turistik bir öğe haline gelmiş. Hediyelik eşyalar, dükkanlar hep işeme konseptiyle dolu...

Bu Van Gogh'lardan hangisi gerçek??
Galeries Royal St. Hubert, tünel şeklinde bir pasaj. İçinde özellikle hediyelik eşya ve dantellerin satıldığı dükkanlar bulunuyor.  
Grassmarkt çok sayıda restoranın bulunduğu küçük ve sevimli bir meydan. 
Meydanın ortasında Belçika'da en çok sevilen Belediye Başkanı Charles Buls'un bronz heykeli bulunuyor.
St. Nicholas Kilisesi içi dışı sade olan bir kilise...
The Our Lady of Assistance Church Kilisesi, Brüksel'deki irili ufaklı kiliselerden biri. İçi de dışı gibi sade...
İçindeki bu sevimli:) heykel akılda kalıcıydı. Heykeltıraş Toni Zenz tarafından yapılan bronz heykel "Elia ontmoet godin stille bries" adıyla anılıyor. Çevirilerden anladığım kadarıyla Tanrı ile karşılaşmayı simgeliyormuş.
 Patria, 1830 yılında yapılmış, bağımsızlık savaşındaki ölümleri simgeleyen bir şehitler anıtı.
Cinema Nova rengarenk tabelasıyla çok sevimliydi...
St. Michael and St. Gudula Katedrali gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. İçi dışına göre daha sade olan katedrale giriş ücretsiz.

Özellikle içeride bulunan tahta işlemeciliği ile yapılmış heykeller ve vitraylar övgüye değer.
                             

Patates kızartmasını ve efsane çikolatalarını denemek lazım. Bu arada mutlaka dondurma yenmeli:)) Waffle'ı sevmedim ama Brüksel'e kadar gitmişken yemek gerekir diye düşünüyorum. Bir de biralarını unutmayın...

Brüksel'e tekrar gitmek ister miyim? Cevabım hayır. Yine de yolunuz düşerse, 1-2 gün ayırabilirsiniz. Bizim Brüksel gezimiz Brüj ile devam etti:)

Karanlığın Ayak İzleri, Tess Gerritsen

Tess Gerritsen tarafından 1995 yılında In Their Footsteps adıyla yayınlanan kitap, Kasım 2014 itibariyle Karanlığın Ayak İzleri adıyla Martı yayınlarından yayınlandı. Bir hayli geç kalmış bir çeviri:)

Kahramanlarımız Berly ve John Tavistock İngiltere'de amcalarıyla birlikte yaşayan zengin bir abi kardeş. Hikayemiz amcanın, ailenin eski dostları için verdiği parti ile başlıyor. Biraz başına buyruk olan Berly partiye gelen ve eski bir CIA ajanı olan Richard Wolf'un adeta kollarına düşüyor. Buraya kadar kitap romantik komedi tadında ilerlerken, şişede durduğu gibi durmayan alkolün etkisi ile büyük bir aile sırrı açığa çıkıyor.

Anne ve babaları bir cinayete kurban giden Tavistock kardeşler aslında bunun basit bir casusluk vakasından ibaret olmadığını öğreniyorlar. Bu bilginin şoku ile kendilerini cinayetin işlendiği yer olan Paris'te buluyorlar. Anne ve babalarının ayak izlerinden yürürken, beklenmedik olaylar, bombalar, cinayetler peşlerini bırakmıyor. Sonu mu?? Bir Tess Gerritsen klasiği. Kurgu beklenmedik bir şekilde son buluyor. 


Eee müdavim olunca çok objektif olunamayabilir. Diğer romanlarıyla kıyaslarsam yine akıcı ve oldukça soluksuz ilerleyen bir roman. Gerçi olayların içine giriş biraz vakit alıyor ama kesinlikle sıkıcı değil. Yalnız kitap kapağını pek sevmedim. Kitabın kanlı ve gergin olduğu izlenimini vermiş. Pek alakası yok. Tam tersine romantizm biraz ağır basmış bence. Keyifle tavsiye diyorum.

Yazar: Tess Gerritsen
Çevirmen: Cumhur Mısırlıoğlu
Yayınevi: Martı yayınları

DR: 12,35 TL
İdefix: 13,68 TL
İlkNokta: 15,20 TL