27 Kasım 2013 Çarşamba

Bir masal, Brüj..

Tren istasyonunda iner inmez kendimizi bir masalın içinde buluyoruz. Kendinden photoshoplu, sepya rengi havasını içime dolduruyorum. Şaşkınlık içindeyim. Orta çağdan fırlamış gibi duran, kiremit rengi binalara dönüp dönüp bir daha bakıyorum:)



Booking.com dan ayarladığımız B&B (Den Witten Leeuw)'yi buluyoruz. Önünde kafelerin olduğu, çiçeklerle dolu küçücük bir meydana bakıyor otel. İnanılmaz temiz. Sahibi neşeyle ve nezaketle karşılıyor bizi. İngilizcesi iyi:) Gitmek isteyenlere şiddetle önerilir. Yerleşip keşfe çıkıyoruz. İlk hedefimiz kanal turu..
 





Büyüleniyorum. İnanılmaz romantik ve çok sessiz bir şehir Brüj. Sadece kalbinizin sesini duyuyorsunuz. İnanılmaz huzurlu..



Sıklıkla Venedik'le kıyaslanır Brüj. Bu yaz Venedik'e gidince fark ettim ki, bu kıyaslamada  Brüj'e biraz haksızlık ediliyor.
                     

Belfort çan kulesini buluyoruz. Şehri en iyi görebileceğimiz nokta:) "İlk" kulemiz bu. Sonra başka şehirlerdeki hiçbir kuleye çıkarken o kadar heyecanlanmadım. Tamam, bütün dünyayı da dolaşmadım biraz abartılı oldu ama:) İlk olduğu için özel sanırım. Daracık, 366 basamağı çıkıyoruz ve ben bir kez daha bu şehre aşık oluyorum..

Şehir eski bir film karesi gibi uzanıyor önümüzde..
 

 
Geziyoruz, yürüyoruz.. Sevdiğimiz yerlere tekrar gidiyoruz. Minneswater'da aşk tazeliyoruz..

 
 
 
 
 
 
Evet Brüj'de sonsuza kadar yaşamak, hiç ölmemek istiyorum:)

Not: Döndükten sonra "In Bruges" filmini izlemek (film biraz sıkıcı olsa da) çok keyifliydi:) önerilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder